Browsing articles by " inciaktas"

Kıskançlık – Yaşam Koçu İnci AKTAŞ

Oca 5, 2012   //   by inciaktas   //   Kişisel Gelişim  //  No Comments

Daha önceki yazılarımda, değişim, kararlar ve bakış açılarımızı değiştirmenin hayatımızda yapacağı büyük değişimlerden bahsetmiştim. Bugün ise farklı bir konuya değinmek istiyorum. Kıskançlık.

Kıskançlık: insanın ruhunu saran, beynini yönetmesine engel olan ve bir süre sonra kendinin ve sözde sevdiklerinin hayatını cehenneme çeviren duygu. Kıskançlık aslında insanın başkaları üzerinde hakimiyet kurma arzusudur. Aslında bu yazıda bahsetmek istediğim bir kişinin diğer bir kişide olup kendisinde olmayanı kıskanması değil sevdiğini kıskanması, bir duygusal birliktelik yaşadığı sevgilisini ya da sevdiği diğer bir insanı kıskanması.

Bazen bir kişi sevgilisi ya da eşini, ki ben burada sevdiği olarak bahsedeceğim, o kadar kıskanır ki insan, karşı taraf onun bu hastalıklı tavrını kanıtlamaya girişir. Sevdiğinizin eve geç kaldığını, saatin ilerlediğini ama hala gelmediğini, haber de vermediğini ve herhangi bir şekilde ulaşamadığınızı farz edelim. Kıskanç kişi hemen felaket senaryoları üretmeye başlayacaktır. Sevdiğinin onu artık önemsemediğini, değer vermediğini, bir haber bile vermeye layık olmadığını ve hatta en kötüsü başka biriyle kendisini aldattığını kurgulamaya başlar.

Farzedelim ki biz kıskançlık edip bu senaryoları kurarken biri aradı ve sevdiğimizin başına kötü bir kaza geldiğini hastanede ölümle pençeleştiğini bildirdi. İşte asıl sorunumuz budur. Biz ulaşamadığımız kişi hakkında felaket senaryoları üretirken asıl düşünmemiz gerekenin onun sağlığı ve eve dönüp dönmeyeceği oluşunu unutmuşuzdur. İşte kıskanç kişinin en çok düştüğü tuzak budur. Haber alamamak, hakimiyet kuramadığı için aklına gelen en kötü seneryoları gerçekmiş gibi canını sıkmak ve en çok önemsemesi gereken şeyi önemsememek. Bazen sevdiğinin onu aldatmasını düşünmek yerine ölmesini tercih eder kıskanç kişi. Evet kulağa korkunç geliyor değil mi?

Bir gün birisi bana, ‘Beni aldatacağına ölseydi.’ demişti. ‘En azından gözümde hep aynı iyi, temiz ve dürüst kişi olarak kalırdı…’

Kıskançlığın bu sisli perdesini aralamak, zihinde yaratılan ama gelecek zamanda geçmişte sanki yaşanmış gibi bahsedilen bu olaylardan kaçınmak elbette ki kolay değildir. En kötüsü de ruhumuzu zehirleyen ve çarçabuk öldürmeyen, yavaş yavaş acı çektirerek insanın içini yiyip bitiren bu zehrin hazır bir panzehiri yoktur. Kurtulmak için tek seçenek vardır. Kabullenmek.

Örnek olayımıza geri dönelim. Kıskanç kişi sevdiği, eve geç kaldığında kurduğu felaket senaryoları içinde debelenirken gelen o can yakıcı telefon onu uyandırır. Sevdiğinin bundan sonra yanında olup olamayacağından artık kuşku duyduğu anda kıskançlık yerini dayanılmaz bir vicdan azabına bırakır. Peki senaryonun başka bir versiyonunu düşünelim. Diyelim ki sevdiğiniz eve gece geç saatte geldi. Kapıyı çaldı ve açtınız. Onu sağ sağlim karşınızda gördüğünüz anda ne yaparsınız? Normal bir insan o gelene kadar meraklanmış, ulaşamadığı içinde sağlığından şüphe duyduğu için, onu karşısında görünce boynuna sarılıp yaşadığına şükredecektir elbette. Hem de hiçbir açıklama beklemeden. Ama kıskanç kişi onu kapıda gördüğünde bir saniyelik bir rahatlama dalgası hissedecek daha sonraki dakikalarda muhtemelen sevdiğinin canına okuyacaktır. Her iki durumda da sevdiğinizin sizi aldatma ihtimali elbette ki vardır. Ama eğer kurulan felaket senaryoları sadece bir kuşkudan ibaretse bekleyin ve görün. Karşınızdaki bu düşüncenizi kanıtlamak için elinden geleni yapacaktır. Çünkü bu durum karşıdaki kişi için de son derece aşağılayıcıdır.

Daha öncede belirttiğim gibi kıskançlığın bilinen bir panzehiri yok. Ama kurtulmak olası. Kıskançlığın hakimiyet kurma arzusunun doyurulmamasından ileri geldiğini söylemiştik. Bu histen kurtulmanın yolu onu kabul etmekten geçer. Kişi önce oturup geçmişinde neler yaşadığının peşine düşmelidir. Belki geçmişin perdesini aralamak, hiç gün yüzüne çıkartılmamış, sürekli kaçınılmış ve korkulmuş gerçeklerle yüzleşmek başlangıçta zor gelebilir. Ama bu duygunun kaynağı belirlenip, bataklık kurutulduğunda ödülü sevgi olacaktır.

Geçmişin perdesini aralamak, tabiri caizse insanın çocukluğuna inmesinin önemi, insanların sahip olduğu genel yargıların 6-7 yaşına kadar şekilleniyor olmasındandır. Bu yaşlarda annesi tarafından terk edilen, annesi, babası tarafından aldatılan ya da babası annesi tarafından aldatılan, anne ve babası diğer kardeşlerini kendisinden üstün tutan- ve daha bir çok örnek sayılabilir- bir çocuk bu durum karşısında genel yargılar üretir ve bunu hayatın her alanında kısa yol olarak kullanır. Herhangi bir konuda uzun uzun düşünüp mantıklı kararlar almak yerine daha önce öğrenilmiş genel yargılara başvurmak ya da toplum tarafından genel kabul görmüş davranış biçimlerine bakarak karar vermek günlük kararlarımızda bize kolaylık sağlar ve karar karmaşasında boğulmamızı engeller. Ancak hayatımızı olumsuz anlamda etkilemiş bazı genel yargılar hayatımızın geri kalan kısmını da mahvetmek için birebirdir.

Sonuç olarak kıskanç kişi pek nadirde olsa bu hastalığın farkına vardığında ilk yapması gereken bir uzmandan yardım almak olabilir. Ancak her zaman bu gerekli değildir. Biz insanları hayvanlardan ayıran düşünce gücümüzse neden onu kendimizi geliştirmek için kullanmıyoruz. Kıskançlık insana zaman içinde tarifi mümkün olmayan yaralar açar. Bunu yaptığımızı fark ettiğimiz anda durup düşünmeli, kaynağını araştırmalı ve üstüne gitmeliyiz. Belki bir genellemeden kurtularak, belki bir yanlış anlaşılmayı düzelterek, belki açık bir iletişim ile çözülmeyecek bir sorun değildir. Mutluluk içinde gereklidir. Shakespeare’nin de dediği gibi; ‘ Kendi kendini dölleyip doğuran bir canavardır kıskançlık.’ Öyleyse bu canavar yok edilmelidir…

Sevgiyle Kalın,

İnci AKTAŞ-Yaşam Koçu ve Nlp Uzmanı

(0224)2434314

Online Eğitimlere kayıt için; www.plenahuman.com internet sitemizi ziyaret edebilirsiniz. Tüm online eğitimlerimize sitemizden ulaşabilirsiniz.

Değişiklik Bir Motivasyon Sorunudur Yaşam Koçu – İnci AKTAŞ

Oca 4, 2012   //   by inciaktas   //   Kişisel Gelişim  //  No Comments

Sabahları uyanamıyorum, sekiz saat uyku yetmiyor, ayaklarım geri geri gidiyor, siz her ne yapıyorsanız severek yaptığınıza emin misiniz?

Sabahları uyanamamanızın fizyolojik sebepleri de var tabî ki. Örneğin yedikleriniz. Karbonhidrat ağırlıklı besleniyor, daha çok hayvansal gıdalar yiyor ve bunları gece geç saatlere kadar tüketip öyle yatıyorsanız, metabolizmanız gece boyunca bunları sindirmekle uğraşacağı için sabah yorgun uyanacaksınız demektir. Bu konu ayrıca tartışılabilir. Ben burada başka bir sebebi araştıracağım.

Eğer sabahları uyanamıyor geceleri de erkenden uykunuz geliyorsa hayatınızın amacını sorgulamanız gerekir. Öyle amaçlarınız olmalı ki sizi geç saatlere kadar uyutmamalı, geceleri rüyalarınıza girmeli ve uyanmak, biran önce sabah olması için heyecanlandırmalıdır.

Bu sebeple uyanamıyorsanız her ne yapıyorsanız sorgulamanız gerekir demiştim. Kendinize bir sorun. Bunca koşuşturmanın arasında, rüyalarınızı gerçekten unutmuş olabilir misiniz? Aslında içinizde bir yerlerde saklı duran bir gücün yattığını, kendinize, çevrenize hatta insanlığa katkıda bulunabileceğinizi bilirken, günlük koşuşturmanızın içinde bu rüyayı silikleştirdiniz mi?

Bir dakikanızı ayırın lütfen. On sene önce olmak istediğiniz yerde misiniz? On sene önce oturup düşündüğünüzde şimdi bulunduğunuz yerde olup yaşadığınız hayatı mı yaşamayı hayal etmiştiniz? Peki şimdi durup düşündüğünüzde bu şartlar altında, bu yaşadığınız hayatı devam ettirdiğiniz sürece, on sene sonra olmak istediğiniz yerde olacak mısınız?

Asıl üzerinde durmanız gereken konu bu. Sabahları uyanamıyorsanız bu hayal ettiğiniz hayat değil. Bir yıl nasıl çabuk geçiyor biliyor musunuz? Ya on yıl? Göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor.

Eğer sevdiğiniz işi yapıyorsanız ya da hayallerinizdeki işi, sabahları uyanmak zor gelmez. Hatta erkenden kalkıp hazırlık yaparsınız. Bir yerde çalışıyorsanız, haftanın yedi günü de çalışsanız, günde on altı saatte iş yerinde kalsanız bile zor gelmez size. Her şey hayal ettiklerinize bağlı. Başarı hayal ettiklerinize bağlı. Değişim bir anda olmaz. Bu gece yattığınızda sabah her şey değişmiş olmayacak. Sebat etmeniz gerekir. Eğer yaptığınız iş ya da bulunduğunuz nokta sizi on yıl sonraki hayalinize götürmeyecekse hemen yönünüzü değiştirmeniz gerekir. Yarın gidip istifa edin demiyorum. Demek istediğim durup kendiniz için bir şeyler yapmanız. Ne istiyorsunuz? “Değişiklik, bir yetenek sorunu değil bir motivasyon sorunudur.” der Anthony Robbins. Kafanıza biri silah dayayıp hadi hemen değiş dese hemen değişirsiniz..

Bugünden itibaren standartlarınızı yükseltmenizi istiyorum. Bence dünyanın büyük kısmı hayallerini yaşamıyor. Yaşayamıyor. Çünkü standartlarınızı yükseltmezseniz hayatın sizin için planladıklarını yaşarsınız. Oysa siz istemezseniz hayat size daha fazlasını vermez. Herkes için zenginlik, başarı ve mutluluk mevcuttur. Mutsuzluğu seçer ve mazoşistçe bu ızdırapta ısrar edecekseniz siz bilirsiniz. Ama standartlarınızı yükseltir hayattan beklentilerinizi artırırsanız hayal ettiğiniz yaşam için ilk adımı atmışsınızdır demektir.

İnanmak başarmanın yarısıdır derler. Doğrudur. İnançlar hareketi sağlayan ya da engelleyen en kısa yoldur. Bu yüzden sizi sınırlayan inançlardan kurtulun. Neye inanıyorsanız o’sunuz. İnançlarımız bizim kısa yollarımızdır. Çoğunlukla düşünmeden hareket ettiğimiz için inandığımız şeyler doğrultusunda hareket ederiz. Eğer bir şeyi yapamayacağınızı düşünüyorsanız yapamazsınız. Çünkü denemezsiniz bile. Bu çok önemli. Biri yapabiliyorsa sizde yaparsınız. On yedi yaşındayken göz tansiyonu nedeniyle göz ameliyatı olmuştum. Doktor ameliyat başarısız geçtiği halde bana söylememişti. Yakında gözüm kuruyacak ve ben kör olacaktım. Ama bilmiyordum. O sırada üniversiteye hazırlanıyordum. Ve bir an önce gözümün iyileşmesini, ders çalışabilmeyi istiyordum. Bir hafta boyunca kendimi olumlu yönde telkin ettim. Gözümün eskisinden de iyi olacağına inandırdım kendimi. Bir hafta sonra bu inancın ödülünü almıştım. Hayattan tek bir şey istemeye odaklandığım için miydi bilmem. Ama bildiğim tek şey, doğru şeye inandığımdı. Gözüm kendiliğinden iyileşti. Ve şu anda gayet iyi. Belki de doktor gözümün iyileşmeyeceğini bana söylemiş olsaydı yada ben iyileşemeyeceğime dair sınırlayıcı bir inanç geliştirseydim üniversitede bile okuyamayabilirdim. Hayalleriniz için ikinci adımınızı da attıktan sonra üçüncü adım izleyeceğiniz yoldur.

Bugüne kadar izlediğiniz yoldan memnun değilsiniz ki, değişim için isteklisiniz. Öyleyse yeni stratejiler geliştirmeniz gerekiyor. Nlp Uzmanınız olarak size bir ipucu vereyim. Sizin hayallerinizi gerçekleştirmiş birini bulup onu örnek alın. Onun hayatını araştırın. Düşünce ve inançlarını bulmaya çalışın. Onun başarmak için yıllarca uğraştığı şeyi siz onu gözlemleyip yaptıklarını tekrar ederek (modelleyerek) belki de kısa sürede başaracaksınız.

Nitekim hayatınızda kontrolü elinize almanın zamanının geldiğine inanıyorsanız, ki ben inanıyorum, şimdi zamanı. Şimdi değilse ne zaman başlayacaksınız?

Sevgiyle Kalın,

İnci AKTAŞ – Yaşam Koçu ve NLP Uzmanı

(0224)2434314

Online Eğitimlere kayıt için; www.plenahuman.com internet sitemizi ziyaret edebilirsiniz. Tüm online eğitimlerimize sitemizden ulaşabilirsiniz.

Çekici Doğru Yere Vurun Yaşam Koçu – İnci AKTAŞ

Oca 3, 2012   //   by inciaktas   //   Kişisel Gelişim  //  No Comments

Bazen hayatımız öyle bir noktaya gelir ki, küçük bir yerde meydana gelen tıkanıklık tüm sistemi sekteye uğratmaya yetmiştir. Ve bu tıkanıklık nerededir bilemeyiz. İşte o zaman belki de küçücük bir sıkıntımız varken aşılamayacak dağlara dönüşür problemlerimiz. Olmadık yanlış meteforlarla betimlemeye başlarız hayatımızı. Üstümüzden koca bir kamyon geçmiştir. Büyük bir çukura düşmüşüzdür, aşılamayacak dağlar karşımıza dikilir.

Dedik ya, bunları bize hissettiren belki de başımıza gelen küçücük bir olaydı. Ve muhtemelen başmıza gelen en büyük felaket değildi. Ama biz genelde olayları dar bir çerçeve içinde değerlendirmek üzere programlanmışızdır. Hep aynı yöne bakarız. Motivasyonun gücü de bizi bulunduğumuz tıkanmışlıktan çıkarmaya yetmez o zaman. Çünkü dünyanın bütün motivasyonları bir araya da gelse, bir sineği kapalı bir camın arkasına taşıyamaz. Sinek aynı cama vurup durur. Yönünü değiştirip açık bir kapı bulması gerekir.

Kendimizi bir tıkanmışlığın ortasında bulduğumuz zaman dövünmek yerine dönüp bir süre içimize bakmalıyız.  Yaşam koçluğunda doğru soru: Kendimize şunu sormalıyız. Benim şuan yaptığım şey ne? Bu problemin harika yanı ne, beni nasıl mükemmelleştirecek? Durumu istediğim hale getirmek için ne yapmam gerekiyor? Hissettiğim duygu bana tam olarak ne anlatmaya çalışıyor? Bir sene sonra bir anlamı olacak mı? Gerçekten kamyon çarpmasıyla aynı şeyi mi ifade ediyor? Eminim öyle değildir. Yani size daha önce gerçekten hiç kamyon çarptı mı?

Sonuçta bizim nasıl hissettiğimizi saptayan ve hayatımızı biçimlendiren yaşadığımız olaylar değil bizim onları nasıl yorumladığımızdır. Böyle anlarda kendimize sorduğumuz doğru sorular bir anda bakışaçımızı değiştirecek, doğru yere odaklanmamızı sağlayacak sorunun üzerini örtmek ve daha sonra tekrar aynı çukura düşmek yerine (tabir-i caizse) anlamını değiştirerek bir daha karşımıza çıkmasını engelleyecektir.

İyi çalışmayan dev bir buhar kazanı sistemini çalıştırması için çağrılan bir kazancıyla ilgili eski bir hikaye anlatılır. Kazancı, mühendisin anlattığı problemleri dinledikten ve bir kaç soru sorduktan sonra kazanın bulunduğu odaya girer. Sesleri dinler ve boruları elleriyle yoklar. Alet çantasına uzanıp küçük bir çekiç çıkarır ve parlak kırmızı kapağa bir kere vurur. Bu hareketi yapar yapmaz bütün sistem tıkır tıkır işlemeye başlar. İşletme sahibi ertesi gün, bin dolarlık faturayla karşılaşınca kazancının kazan dairesinde sadece on beş dakika kaldığını ve fiyatın çok fahiş olduğundan yakınır. Kazancının ona gönderdiği fatura şöyledir;

Çekiçle vurmak; 50

Nereye vurulacağını bilmek; 999,50

Toplam 1.000,00

Her zaman çekici doğru yere vurabilmeniz dileğiyle,

Sevgiyle kalın…

İnci AKTAŞ – Yaşam Koçu ve NLP Uzmanı

Online Eğitimlere kayıt için; www.plenahuman.com internet sitemizi ziyaret edebilirsiniz. Tüm online eğitimlerimize sitemizden ulaşabilirsiniz.

Çerçeve Resmi Değiştirir mi? Yaşam Koçu – İnci AKTAŞ

Oca 3, 2012   //   by inciaktas   //   Kişisel Gelişim, Liderlik  //  No Comments

IIBM’in kurucusu Tom Watson’ ın yardımcılarından birisi bir gün şirkete on milyon dolara mal olmuş bir hata yapmış, yardımcısı Watson’ın yanına çağrıldığında istifa etmesinin isteneceğini sanıyormuş. Ancak Watson’ın cevabı: ‘Sadece eğitimin için on milyon dolar harcadık.’ olmuş.

Bütün gerçek liderler bilir ki bakış açısı, ustalaşmaları gereken en önemli konulardan biridir. İşten çıkarıldığınızı düşünün. Bu herhangi bir sebepten olmuş olabilir. Sizin de iki seçeneğiniz vardır. Ya bu olay karşısında psikolojinizin bozulmasına izin vereceksiniz ya da bakış açınızı değiştirip bu olaydan neler öğrendiğinize odaklanacaksınız., size olumsuz duygular aşılayan deneyimlerinize karşı nasıl bir bakış açısı geliştirebilirsiniz? Diyelim ki eşiniz ona doğum gününüzde hediye ettiğiniz, sizin çok severek okuduğunuz ve büyük bir heyecan ve beğeniyle aldığınız kitabı üzerinden uzun süre geçmesine rağmen okumuyor. İlk bakışta bunu kendinize ve değer vererek aldığınız hediyenize bir hakaret orak görebilirsiniz. Bu değer yargısı doğal olarak çöküntü durumuna girmenize hatta eşinizin gözünde değersiz hissetmenize sebep olacaktır. Yani size acı veren olayı canlandırın. Tüm benliğinizle konunun içinde olun. Daha sonra kendinizi olaydan dışarı çıkarın. Görüntüye dışarıdan bakın uzun uzun… Görüntüyü zihninizde alt köşeye çekin, bulanıklaştırıp uzağa gönderin. Görüntü zihninizden uzaklaştıkça kalbinizin derinliklerinde olayın aslında ne kadar önemsiz olduğunu hissedeceksiniz. Bulunduğunuz çöküntü halinden nasıl kolay çıktığınızı rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz.un. Ne kadar mutluydunuz değil mi? Üst düzeyde motive durumdaydınız. Yüzünüzde kocaman bir gülümseme oluşacak engel olamayacaksınız. Ve bir kaç dakika önce size acı veren o konuyla ilgili çöküntü hissinin, tamamen kaybolduğunu göreceksiniz.Öyleyse geleceği sanki şuanda oluyormuş gibi zihnimizde deneyebiliyoruz. Ben size –mış gibi davranırken oluşturduğunuz uyarıcıyı geri çağırabileceğinizi söylüyorum?

Önce kendinizi ister özel, ister iş, ister okul hayatınızda olmak istediğiniz yere koyan bir canlandırma içinde görmeniz gerekiyor. Evet bu sadece bir canlandırma. Aslında gerçekten başarılı, mutlu, öz güvenli ya da yaratıcı olduğunuz bir anınızı da aklınıza getirebilirsiniz. Ancak bunlar sizi yeterince ruhsal olarak en iyi durumunuza getiremiyorsa canlandırma yapmalısınız.Ya da amacınız çok iyi yemek yapmak olabilir. Çok özel bir yemeği hazırladığınızı ve herkesin afiyetle yerken ki mutluluğunuzu gözünüzde canlandırın. Bu yetenekli durumunuzun amacınızı dolayısıyla da sizi en tatmin etmiş olduğu noktada ise kendinize bir uyarıcı belirleyin, sizi tatmin ettiği anda belirleyeceğiniz uyarıcınız her zaman yapabileceğiniz bir hareket ve sesli ifadeden oluşmalıdır. Örneğin, bir parmak şıklatma hareketi, bir yumruk sıkma, bir el ovuşturma, her neyse bunu siz belirleyin. Belirlediğiniz anda da işte bu deyin içinizden. İşte, uyarıcınızı belirlemiş oldunuz. Bu alıştırmayı birkaç kez tekrarlayın.

Diyelim ki uyarıcınız parmak şıklatma olsun. Zihninizde olmasını istediğiniz durumu en canlı haliyle hayal ettiğiniz ve en tatmin olduğunuz anda parmağınızı şıklatın ve işte bu deyin.

Şimdi her elinizi sıkıp işte bu dediğinizde her parmağınızı sıktığınızda beyniniz otomatik olarak sizi yetenekli, mutlu, başarılı durumunuza sokacaktır.

Biraz düşünürseniz uyarıcıların hayatımızda zaten sürekli olarak var olduğunu hatırlarız. Duygusal bir şarkı dinlediğimizde üzülürüz. Ama her şarkıda değil. Çünkü bazı şarkıları dinlerken hayatınızda üzücü bir olay olmuştur.

Biraz daha düşünün kötü bir deneyim yaşadınız. Üzüntü içindesiniz. Bir arkadaşınız şefkatle elinize dokundu. Sonra başka bir arkadaşınız ve anneniz ya da babanız. Bu olay aynı gün içinde o kadar sık tekrarlandı ki ele şefkatle dokunup bırakmak siz de bir uyarıcıya dönüştü. Şimdi biri yanlışlıkla aynı şekilde elinize dokunsa kendinizi üzüntülü hissedecek ve bunun sebebini asla anlayamayacaksınız.

İşte uyarıcılar bu kadar kuvvetlidir. Bilinçsiz zihninize gönderilen her uyarıcı hangi duruma bağlıysa sizi o duruma sokar. Artık biliyorsunuz. Kullanmanız dileğiyle..

Örneğin mezuniyet gecenizde bir şarkı çalmış ve sizi ayrılığın hüznüne odaklamıştır. Yıllar sonra siz o gece bu şarkının çaldığını bile unutursunuz ama zihniniz unutmaz. O şarkıyı her duyduğunuzda anlayamadığınız şekilde hüznlenirsiniz. Siz fark etmezsiniz ama zihniniz aniden sizi üzüntülü durumunuza sokar. Siz bunu şarkının acıklı olmasından ya da size acı dolu anılarınızı hatırlattığından sanırsınız. Kısmen doğrudur. Ama çoğunlukla şarkılar bir uyarıcıdır.

Bu olumsuz düşünceler yerine bakış açınızdaki ufak bir değişiklik anında durumunuzu çöküntü halinden mutlu halinize sokacaktır. Hediye ettiğiniz kitabı okumayan eşiniz belki de kitaba siz hediye ettiğiniz için aşırı önem veriyor ve yoğun iş temposu arasına sıkıştırmak istemiyor olabilir. Belki eşiniz size ve aldığınız hediyeye sizin düşündüğünüzün aksine o kadar önem veriyordur ki bütün gününü hediyenize ayırmak için zaman kolluyordur.

Farklı bir bakış açısıyla düşünmeyi öğenmek hem zaman kazandırır hem de gereksiz yere ruhsal çöküntü içine girmenizi engeller.

Aynı şekilde size üzüntü veren bir olayın yoğun acısından kurtulmak için kullanılan bir model daha vardır. Ben buna ilgisizleşme diyorum. Lütfen buna bir kaç dakikanızı ayırın. Sadece okumak işe yaramaz. Gerçekten işe yaradığını göreceksiniz. Zihninizde söz konusu olayı şimdi bulanıklaştırıp uzağa gönderdiğiniz, zihninizde buruşturup çöpe attığınız görüntünün yerine, çok mutlu ve başarılı hissettiğiniz, bir işi başarıp takdir edildiğiniz bir gününüzdeki ruh halinizdeki ‘sizi’ koyun.

Bu bir bakış açısı değiştirme yöntemidir. Gerçekte hepimizin çok başarılı, mutlu, zinde, güvende vs. hissettiği zamanlar vardır. Ve yine mutsuz, yeteneksiz, beceriksiz, güvensiz hissettiğimiz zamanlar da. Önemli olan mutsuz olduğumuz görüntüyü zihnimizde bulanıklaştırıp, komik hallere sokup zihnimizden uzaklaştırmak, yerine mutlu olduğumuz görüntüyü koyabilmektir.

Mutluluk, başarı, beceriklilik, yeteneksizlik gibi durumlar –dikkat edin- sadece bir durumdur ve bizim tarafımızdan yaratılırlar. Sahip olduğumuz değerler her zaman hareketlerimizi ve dolayısıyla durumumuzu etkiler. Kötü durumlardan çıkarılacak dersi aldıktan sonra yapılması gereken tek şey, bir şeyi fayda sağlayamayacak bakış açısıyla çerçevelediyseniz hemen açınızı değiştirmenizdir. Durumunuzun nasıl değiştiğini hemen fark edeceksiniz.

Durumu ele aldığımız açı eşinize aldığınız kitap örneğindeki gibi sizin ruhunuzu etkileyecekse neden ısrarla yanlış açıdan bakalım ki?

Hepimiz Pavlov’un klasik koşullanma deneyini biliriz. Deneysel Psikoloji biliminin kurucusu Pavlov, köpekler üzerinde yaptığı deneyi ile ünlenmiştir. Kısaca bahsetmek gerekirse köpeğe önce zil sesi verilmiş sonra yemek verilmiştir, köpek daha sonra yemek verilmese bile her zil sesini duyduğunda salya akıtmaya başlamıştır.

Sonuçta bir hayvan bile reflekslerini bilinçsiz bir şekilde şartlandırabiliyorsa, biz neden durumumuzu değiştirmek için kendimizi şartlandıramıyoruz.

Hayatımızın her anında bilinçaltımızı yoklayarak eskileri çıkartan, hatta ilk kez ne tepki verdiysek aynı tepkiyi verdirten uyarıcılarla karşılaşıyoruz. Çoğu zaman fark etmiyoruz bile. Ama aynı uyarıcı her geldiğinde aynı tepkiyi veriyoruz.

Örneğin, ben yıllar önce bir film seyretmiştim. Filmin konusu kısaca, şartlarımız her ne olursa olsun ayakta kalmak ve umudunu kaybetmemekti. Filmden o kadar etkilenmiştim ki, beni çöküntü halinden yetenekli halime sokabilmişti. Şimdi ne zaman kendimi yetersiz hissetsem filmi düşünürüm ve yetenekli durumuma geçerim. Bu elimde değil.

Tabi ki herkes için aynı şeyler geçerli değil. Bazı insanlar olumsuz örneklerle iyiyi yapmaya güdülenir, bazı insanlar olumlu örneklerle güdülenir. Bazıları ise örneklerle güdülenmez, bizzat yaşaması gerekir.

Yaşam Koçunuz olarak  işte ben her üç durumda güdülenen herkesin işine yarayacak bir örnek vermek istiyorum. Modern ve iletişim çağında hepimiz okuyoruz, dinliyoruz, öğreniyoruz. Ve hepimiz artık beklediğimiz, özlemini duyduğumuz durumun gerçekleşmesi için olmuş yani –mış gibi davranmanın önemini çok iyi biliyoruz.

Durumunuzu değiştirmek için kendinize bakış açınızı hemen değiştirmeye yarayacak uyarıcılar bunlar.

Peki bu uyarıcıyı nasıl yaratabiliyoruz?

Zihninizde olmasını istediğiniz olayı ya da olmak istediğiniz kişiyi detaylı bir şekilde canlandırın. Renkli, size heyecan veren, sesli ve olabildiğince canlı bir görüntü olsun. Bu olayı zihninizde yaşayın. Örneğin isteğiniz bir firmada ceo olmak olabilir. O zaman kendinizi o koltukta hayal edin. Başarılarınızdan dolayı ortakların sizi takdir ettiğini, alkışladığını, maaşınıza zam yapıldığını veya amacınız her ne ise onu olmuş gibi hayal edebilirsiniz.

Bu uyarıcı ileride zihninizi her uyardığında bilinçaltınız neler yapabileceğinizi hatırlayacak, sizi yetenekli durumunuza sokacaktır.

Sevgiyle Kalın,

İnci AKTAŞ – Yaşam Koçu ve Nlp Uzmanı Bursa

(0224)2434314

Online Eğitimlere kayıt için; www.plenahuman.com internet sitemizi ziyaret edebilirsiniz. Tüm online eğitimlerimize sitemizden ulaşabilirsiniz.

Sınavda Başarı Mı? Öğrenmenin İpuçları – Yaşam Koçu İnci AKTAŞ

Ara 14, 2011   //   by inciaktas   //   Kişisel Gelişim  //  No Comments

Öğrenci olarak geçirdiği yıllar boyunca çocuklarımız ve gençlerimiz çok çeşitli şeyler öğreniyor ve bir çok deneyim yaşıyorlar. Ancak ne yazık ki bu deneyimler ve öğrendikleri bilgiler, eve dönmeden önce o gün öğrendiklerini düşünüp içlerinde değerlendirmedikçe ve kendileriyle birlikte neleri götürmek istediklerini belirlemedikçe, bilgiler öğrendikleri ortamda kalır.

Ancak öğrenilenlerin ne zaman kullanılacağına bilinçli olarak karar verirlerse ve farkında olurlarsa o bilgi, dersane, okul ya da özel öğretmenin bilgiyi aktardığı yerde kalmayacaktır.

Amerika’da yapılan bir araştırmaya göre bir grup öğrenci, öğrendikleri sınıfta sınava girdiklerinde hepsi sınavda başarı sağlamış ve iyi notlar almışlar. Sınavdan beş dakika sonra okulun içindeki spor salonunda aynı öğrencilere aynı sınav yapılmış ve yüzde yetmiş beşi sınavdan kötü not almışlar.

Sebep çok basit sınavda başarı için öğrenmenin ipuçları, öğrendiklerini başka ortama taşıyabilmektir.

Bilinçaltıyla ilgili bir araştırmaya göre, saniyede iki milyon kadar bilgiyi depolar bu nedenle bilgi depolamadaki bu seçicilik beyni gereksiz şeylerle doldurmaya karşı koruyucu bir önlemdir ama ne yazık ki öğrenilenleri gerektiği yerde ve zamanda kullanmayı engelleyebilir. Bu nedenledir ki sınava giren öğrenciler ya da kişiler sınavdan çıktıklarında çok iyi bildiğim soruyu unuttum ya da yapamadım derler. Bilgilerini sınav ortamına taşıyamamışlardır çünkü.

Öğrenilenleri sindirmenin en iyi yolu gerek duyulduğunda akla getirmektir. Örneğin, telefon numaranızı her gün aklınızda tutmaya çalışırsanız çıldırırsınız. Birisini arayacağınız zaman hatırlasanız da işe yaramaz. Ama birisi sorduğunda hatırlamak en iyi pekiştirmedir.

Öyleyse sınavda başarı ve öğrenmenin ipucu olarak, öğrenme nerde gerçekleştiyse öğrencinin veya kişinin o odadan götürmek istediği şeyleri düşünmesini isteyin. Ve onları nereye götürmek istediklerini de düşünmeliler. Sınava girecekleri herhangi bir derslik mi? Evdeki çalışma masası mı? Okul mu? Dersane mi? Gelecekte bu alanda öğrendikleri ve kavradıkları ve kendiliğinden akıllarına gelecek olan şeylerin işe yarayacağı yerleri düşünmelerini isteyin.

Bu bilgilerin bilinçdışı aklınıza yerleşmesine izin verebilirsiniz. Bu bilgilerin nerede kullanılacağını farkında olsanız da olmasanız da nasıl sınıflanacağını bilinçdışı düzeyde bilirsiniz.

Ve bir ipucu daha, uyumadan önce kişiler değişik ruh hallerinde olduğu yani trans durumunda olduğu için bilinçaltına telkin verebilirsiniz. Çocuğunuzun ya da kendinizin o gün öğrendiklerinizi sınıflandırmasını ve gerektiği yerde kullanmak üzere bilinçli aklınıza sunmasını bilinçaltınızdan isteyebilirsiniz.

Yaşam koçunuz olarak sizden bilinçdışınızın başka biri değil sizin parçanız olduğunu anlamanızı istiyorum. Basit bir parça değil ve farklı işliyor. Öğrendiğiniz yeri o bilgiyi kullanırken hatırladığınız sürece orada öğrendikleriniz sizi yalnız bırakmayacaktır.

Sevgiyle kalın,

İnci AKTAŞ – Yaşam Koçu ve NLP Uzmanı

(0224)2434314

Online Eğitimlere kayıt için; www.plenahuman.com internet sitemizi ziyaret edebilirsiniz. Tüm online eğitimlerimize sitemizden ulaşabilirsiniz.

Neden Her Yerde AUDI Görüyordu? Yaşam Koçu İnci AKTAŞ

Ara 13, 2011   //   by inciaktas   //   Kişisel Gelişim  //  No Comments

Hayatı boyunca bir arabanın bile hayalini kurmamıştı. Ya da şartlar kurmasını engellemişti. Belli süreler ailesinin arabası olmuş ama kısa süre sonra satılmıştı. Bir erkek olarak bir araba sahibi olmak ona göre çok önemliydi ama nasıl olacaktı ki? Bu imkansızdı..

Yaşam koçları ve NLP uzmanları dünyada herhangi biri için mümkün olanın herkes için mümkün olduğu varsayımından yola çıkarlar. Onun için de bir Audi’ye sahip olmak mümkündü. Ama nasıl?

Yeterince nedeniniz varsa nasılı da gelir. Önce karar verip bir hedef belirlemeniz gerekiyor. Eğer amacınıza ilişkin yeterine geçerli nedene sahipseniz ona nasıl ulaşacağınızın da yolları açılmış oluyor. Nasıl mı? Siz hedef belirlediğinizde algı kapılarınızı açmış oluyorsunuz. Geçmişte sadece duyularınıza hitap eden ama siz herhangi bir hedef koymadığınız için yanınızdan gelip geçen fırsatlar algı kapınızın açılmasıyla bir bir görünür olmaya başlıyor.

Algı, bilginin alınması, yorumlanması ve düzenlenmesidir. Oysa bilinçaltımız bir araştırmaya göre saniyede iki milyon kadar bilgiyi toplar ve çeşitli şekillerde depo eder. Bu yüzden biz bir hedefe karar vermeden önce, bilgi yağmurunda boğulmamak için gelen bilgileri sadece duyumsarız ne zaman ki algı kapımız açılır, o zaman gelen bilgi fırsata dönüşür.

Bakmakla görmek arasında elbette fark vardır. Kararı vermeden ve hedefe adanmadan önce yalnızca bakarız. Oysa hedefe adandıktan sonra fırsatlar yağmaya başlar.

Sizin hayatınız için bir kararınız yoksa, başkasının sizin için verdiği kararlara uymak zorunda kalırsınız.

Şimdi, nasılını düşünmeden, gerçekten istediğiniz her şeye ulaşmanın kararını verin. Kararınızı verdiğiniz anda algı kapılarınızı açacak ve daha önce görmediğiniz fırsatların yanınızda durduğunu farkedeceksiniz…

Bahsettiğim kişi bir Audi almaya karar verdiği günden itibaren her yerde almaya çalıştığı arabayı görmeye başladı. Evet algıda seçicilikti bu. Hedefini yakından gördükçe daha da bağlandı. Algı kapıları açıldı ve karşısına çıkan yeni iş fırsatlarını görmeye başladı, yeni bir sektöre yatırım yaptı ve beklentisinden çok daha fazlasını kazandı. Ve sonuçta Audi’ye bindi.

Her şeye sahip olabilirsiniz, yeter ki isteyin. Kararların gücüne inanın…

Sevgilerimle,

İnci AKTAŞ – Yaşam Koçu ve NLP Uzmanı

(0224)2434314

Online Eğitimlere kayıt için; www.plenahuman.com internet sitemizi ziyaret edebilirsiniz. Tüm online eğitimlerimize sitemizden ulaşabilirsiniz.

Haydi Karar Verelim – Yaşam Koçu İnci AKTAŞ

Ara 13, 2011   //   by inciaktas   //   Kişisel Gelişim  //  No Comments

Haydi karar verelim. Uzun zamandır yapmadığınız ertelediğiniz bir eylemin kararını. En kötü karar bile kararsızlıktan iyidir derler. Çünkü eğer siz kendiniz için bir karar vermezseniz emin olun bir başkası bunu sizin için yapacaktır.

Çoğumuz yıllarımızı hazırlıkla geçiririz yaşama hazırlanmakla. Oysa insan yaşamak için doğmamış mıdır? Fazla kilolarımız olduğunu bildiğimiz halde rejim yapmayız. Ama her gün bu rejim için hazırlanırız. Pazartesi başlamak için. Oysa, o Pazartesi hiç gelmez.

Kaderimizin karar anlarında biçimlendiğini bilseydik davranışımız yine böyle mi olurdu? Bir düşünün şuan ki hayatınız on yıl önceki kararlarınızın bir sonucu değil mi? Öyleyse buna yaşamamız gereken bizim elimizde olmayan kaderimiz demek ne kadar doğru olur? Peki bugün alacağımız kararların geleceğimizi belirlediğinden kuşkusu olan var mı? Hepimizin hayatımızın dönüm noktaları dediğimiz kararları olmuştur. Belki de yanlış kararlardır bunlar hayatımızı daha iyiye götürememiştir. Ama bilmemiz gereken bu yanlış kararları lehimize çevirmektir. Doğru düşünmek başarıyı getirir kuşkusuz. Doğru düşünmek de yaşadığımız deneyimlerden geldiğine göre, bu deneyimler kötü düşünmenin sonucu yanlış kararlar değil midir?

Karar vermekten korkmayın. Her cesur tecrübenin arkasında sağlam bir karar vardır. Herhangi bir alanda başarılı olmuş insanların davranış ve düşünce biçimlerini incelerseniz, hızlı kararlar alıp bu sonuçlara ulaşmak için yaklaşımlarını değiştiren kişiler olduklarını görürsünüz.

Bir şeyi yapmaya karar verdiğinizde sinir sisteminiz harekete geçer ve o karara ilişkin tüm referansları algılamaya hazır duruma geçersiniz. Ben Allah’ın kimseyi kayırmadığını düşünüyorum. O Tanrının kayırdığını düşündüğümüz insanların karşılarına çıkan fırsatlar işte bu kesin kararlardan sonra meydana gelir. Ve çoğumuzun fark edemediği o fırsatları algılama gücüne sahip olurlar.

Bunu yapabilirsiniz. Hayatınızın kontrolünü bugün şuanda elinize alabilirsiniz. Tek bir kararla. Çünkü kaderimiz bize ait olmazsa bir hiç oluruz. Karar vermeniz gerektiğinde günlerce düşünmeyin. Sadece karar verin. Çünkü doğru ya da yanlış yoktur. Yalnızca seçimler vardır. Endişelerinizi bir kenara bırakın artık. Endişelerinizi düşünürseniz başarısız olursunuz. Yalnızca karar verin.

Her başarı kararların ürünüdür. Koşullar ne olursa olsun verilen kararların. Bazı iş yerlerine gittiğimde yüzü hiç gülmeyen ve hayatından memnun olmayan çalışanlarla karşılaşırım. Eğer mutlu değillerse neden hala çalışmaya devam ettiklerini sorarım. Genellikle gelecekten korkarlar. İşlerini kaybetmenin getireceği belirsizlikten. Yirmi sene sonra muhtemelen aynı asık suratla, aynı işyerinden aynı görevi otuz yılın üzerinde sürdürerek emekli olduklarını öğreneceğim. Dikkat ederseniz bir işi mutsuz olunan halde sürdürmekten bahsediyorum. Çünkü hepimiz mutlu olmak istiyoruz. Ne yazıkki hayat kendisi için en iyisinden başkasını kabul etmeyenlere en iyisini verir. Kimileri için en iyi ya da mutluluk yaptığı iş olabilir. Her ne yapıyorsanız. Mutlu değilseniz hemen değişikliğe karar verin. Mutluysanız kanıtlayın. Gülümseyin. Ama şu anda bulunduğunuz nokta sizi ileri taşımıyor ve mutsuz ediyorsa hemen şimdi kararınızı verin. Her şeyi büyük bir kararlılıkla yapın. Gerekiyorsa istifa edin, gerekiyorsa farklı bir şey yapın, gerekiyorsa zam isteyin ama lütfen karar verin.

Yaşamımızın kontrolünü elimize almak kararlardan geçiyor. Kararların gücünü unutmayın. Hemen şimdi uzun zamandır yapmak isteyip yapamadığınız bir eylem kararını alın. Resim yapmak, uzun zamandır aramadığınız birini aramak, işe girmek, işten ayrılmak. Karar verin! Hemen şimdi. Eğer bu gerçek bir kararsa bunu gerçekleştirmek için ilk adımı atarak, kararınızın gerçekliğini test edin. Kararınıza adanın.

Karar verme gücünüzü geliştirmek için her konuda bir çok karar vermelisiniz. Sonuçlar iyi veya kötüdür. Asıl sorun bu değil, asıl sorun ders almamızdır. Hayatımızın kontrolünü eline aldığımız için verdiğimiz karardan zevk alın ve onlara bağlı kalın, yalnızca yaklaşımlarınızı değiştirin. Kendinizi diğer tüm ihtimallerden koparın. Kararlarınıza adanın. Çünkü kısa dönemde çok imkansız gibi görünen bir şey uzun dönemde gerçekten mümkün olabiliyor. Asla bırakmayı denemeyin.

Bizi karar vermeye ya da vermemeye iten güç, bu kararın sonucunun bize üzüntü mü yoksa sevinç mi vereceğidir. Sonuçtaki üzüntü ve ya sevinç kavramı ise çoğunlukla değerlerimiz, çevreden aldığımız referans deneyimlerimiz, kurallarımız, duygusal durumumuz veya inançlarımızdır. Kimisine keder verecek bir karar size sevinç ve mutluluk verebilir. Tabi ki kişiliğiniz, tutumunuz ve yukarıda belirttiklerimdir bunu belirleyen. Ama bazı şeyler vardır ki sonucunda herkese acı ve keder getirir. Örneğin, aşırı hız. Aşırı hız yapmanın, motoru denemenin o anki hazzı kişilere o anlık zevk verebilir. Ancak acı ve zevk kavramını da uzun vadeli düşünmek gerekiyor. Aşırı hızın getireceği olası bir kaza herkese acı getirir. Sonunda acı getirecek zevklerden kaçınma kararı hayatımızı kurtarabilir.

Bu nedenle kararlarımızı geçici zevklere değil uzun vadeli zevklere göre vermeliyiz. Fazla kilolarımızdan kurtulmak gibi. Bana söyler misiniz, hangi yiyecek zayıf olmaktan, giydiğimizin yakışması ve özgüvenimizin verdiği zevkten daha fazla zevk verebilir insana?

Koca bir dilim pastayı mideye indirme kararını genelde onu yemenin on dakikalık zevkine bağlayarak alırız. Ancak kararımızı onu yememenin ömür boyu vereceği zevke istinaden verirsek, onu elimizle itmekten bile kısa vadeli zevki zaten hissederiz.

Ancak ne yazık ki biz insanoğlu kararlarımızı acıdan kaçınmaya göre alıyoruz. Son değinmek istediğim konu da bu. Herkes karşımızda bir buçuk porsiyon İskender kebabı yerken bizim yalnızca üzüm şırası içmemize engel olan, kebabı yeme kararını verdiren, yemediğimiz takdirde o gün ve o an çekeceğimiz acıdır. Yemenin zevki değil aslında. Yine de ben sonunda zevk getirecek acılara dayanılabileceğini düşünenlerdenim.

Yaşam Koçunuzdan son söz: Herhangi bir konuda karar verdiğinizde ve başarılı sonuçlar arzuladığınızda aklınızdan çıkarmayın. Rahatlığın yolu rahatsızlıktan, zevkin yolu acıdan geçer. Sabredenler, azmedenler ve kararlarına adananlar meyvesini yerler. Ve katlandıkları tüm acıya değer. Unutmayın karar vermeyen insan hiçbir yerde yol kat edemez…

Sevgiyle Kalın,

İnci AKTAŞ – Yaşam Koçu ve NLP Uzmanı

(0224)2434314

Online Eğitimlere kayıt için; www.plenahuman.com internet sitemizi ziyaret edebilirsiniz. Tüm online eğitimlerimize sitemizden ulaşabilirsiniz.

Kilo Vermek: Bütün Mesele Bu Mu? Yaşam Koçu – İnci AKTAŞ

Ara 13, 2011   //   by inciaktas   //   Kişisel Gelişim  //  1 Comment

Yaşam Koçunuzdan günün sorusu: Fazla kilolu olmak veya olmamak işte bütün mesele bu mu?

Kilo vermek; Hatta bu kilo sorunu hayatınızın merkezi haline mi geldi? Ne yerseniz yiyin sonunda pişman olmaya mı başladınız. Evet sıkı durun, eğer bu olmaya başladıysa eğer henüz kilo almadıysanız bile almaya başlayacaksınız demektir. Çünkü zihninizi kilo almaya programlıyorsunuz. Oysa bilinçaltı doğuştan mükemmel sağlığa programlıdır. Tüm hastalıklar ve kilo problemi bilinçaltıyla bilinçli zihnin irtibatını kaybetmesinden ortaya çıkar.

Bir alışkanlığın başlangıcı görünmez bir iplik gibidir, ama o hareketi her tekrarlayışımızda o ipi sağlamlaştırırız, ona bir elyaf daha ekleriz, sonunda kapkalın bir kablo olur, düşünce ve hareketlerimizi geri dönülmez biçimde bağlar.

-Orison Swett Marden

Kilo verme konusunda kişilere ne istediğini sorduğumuzda genelde çok uzun dakikalar boyunca neleri istemediklerini anlatmaya başlarlar. ‘Artık kilolu olmak istemiyorum, şişman gözükmek istemiyorum, aynada kendimi böyle görmek istemiyorum, eşimin beni şişman bulmasını istemiyorum, kötü görünmek istemiyorum…’ Ama unuttukları bir şey vardır. Biz hayatta neye odaklanırsak onu elde ediyoruz. Eğer hep istemediğimiz şeylere odaklanırsak onlar sıklaşmaya başlar. Değişiklik yapmanın ilk adımı belli bir şeye karar vermektir ki, ona doğru ilerleyebilesiniz. Yani artık olmak istediğiniz kiloda olmayı istemeyin. Olmayı seçin. Ne istediğiniz konusunda yeterince net olabilirseniz elinizde onu gerçekleştirebilecek daha büyük güçler bulunur. Bilinçaltı muğlak ifadeleri kabul etmez ve tepki vermez. Aynada güzel görünmek istiyorum ya da elbiselerime sığmak istiyorum gibi muğlak ifadeler yerine daha net ifadeler kullanmak yararımıza olacaktır. Örneğin;60 kilo olmayı seçiyorum. İşte bu yeni kararınız olabilir !

Bir de olmak istediğiniz şeyi neyin engellediğini bulmanız gerekiyor. Engel ise her zaman için değişmeye bağladığınız acının şimdiki durumdaki acınızdan daha ağır basmasıdır. Kafanızda belirsizlik vardır. Ya değişirsem ve o pastayı ya da kebabı yemezsem de yine de kilo veremezsem. O değişikliği şimdi yaratmanın tek yolu onu acil hale getirmektir. Yeter artık dediğiniz o an değişime başladığınız an olacaktır. Belki artık minik bebeğinizi kucağınıza almak bile sizi yoruyordur, merdiven çıkarken kalbiniz sıkışıyordur, en sevdiğiniz giysilere giremiyorsunuzdur vs. Artık yeter demenin zamanı gelmiştir. Halinden memnun olmak durağanlığı getirmez mi? Halinizden memnun musunuz? Memnunsanız harika, değilseniz değişme vaktiniz gelmiş demektir…

Kilo verme kararını geçici zevklere değil uzun vadeli zevklere göre vermeliyiz. Bana söyler misiniz, hangi yiyecek zayıf olmaktan, giydiğimizin yakışması ve özgüvenimizin verdiği zevkten daha fazla zevk verebilir insana?

Koca bir dilim pastayı mideye indirme kararını genelde onu yemenin on dakikalık zevkine bağlayarak alırız. Ancak kararımızı onu yememenin ömür boyu vereceği zevke istinaden verirsek, onu elimizle itmekten bile kısa vadeli zevki zaten hissederiz.

Ancak ne yazık ki biz insanoğlu kararlarımızı acıdan kaçınmaya göre alıyoruz. Herkes karşımızda bir buçuk porsiyon İskender kebabı yerken bizim yalnızca üzüm şırası içmemize engel olan, kebabı yeme kararını verdiren, yemediğimiz takdirde o gün ve o an çekeceğimiz acıdır. Yemenin zevki değil aslında. Yine de ben sonunda zevk getirecek acılara dayanılabileceğini düşünenlerdenim. Bilinçaltının duygusal açlığı bilinçli olarak yeme kararını vermemize neden olmaktadır. Çünkü biz kararlarımızı duygularımızla alır bilincimizle destekleriz.

Çok yeme alışkanlığı ise midenin açlığından değil tamamen duygusal açlıktan kaynaklanmaktadır. Hepimizin midesi yumruğumuz kadardır ve o kadar yiyecekle doyarız. Daha fazlasını yediğimizde sırf keyif için yeriz. Öyleyse neden diyet yaparak kendimizi sevdiğimiz yiyeceklerden mahrum bırakalım. Çözüm sadece olmak istediğiniz kişi olmayı seçmekte. Kilo sorunu olmayan insanlara bir bakın. İstediklerini istedikleri zaman yerler ama zayıf kalmayı başarırlar. Bunun tek nedeni bilinçaltı programlarıdır. Birincisi ne yerlerse yesinler kilo almadıkları gibi bir inanca sahiptirler, ikincisi ise yarın olağanüstü hal ilan edilecekmiş gibi depo yaparcasına her öğünde çılgınca yemek yerine canlarının çektiğini canlarının çektiği kadar ve canlarının çektiği vakitte yerler. Başarının anahtarlarından biri modellemeyse eğer, ideal kilosundaki insanları modellemeyi deneyin. Biri yapabiliyorsa siz de yapabilirsiniz…

Biraz da egzersizden bahsetmek istiyorum;

Çoğu kişinin formda olmakla sağlığın arasındaki farkı kavrayamaması, ibadet yaparcasına düzenli egzersiz yapmasına rağmen göbeklerindeki o üç beş kilo fazlalığı atamamalarına yol açmaktadır. Sağlıkla formda olma arasındaki en büyük fark, aerobik ile anaerobik egzersiz arasındaki farkı anlamakta düğümlenir. Aerobik oksijenli demektir. Uzun süre sürdürülebilen ılımlı egzersizlerle ilgilidir. Uygun beslenme ve egzersizle bu sistem harekete geçtiğinde yağ yakmaya başlar. Bununla birlikte anaerobik oksijensiz demektir. Kısa süreli güç patlamaları yaşatan egzersizleri anlatmaktadır. Yakıt olarak glikojen yakar ve bu arada vücudun yağ depolamasına yol açar.  Bazı insanlar daha doğarken yüksek aerobik bir sistemle doğarlar. İşte bunlar yeyip yeyip de kilo almayanlara örnektir. Egzersizin yoğunluk düzeyi aerobik sisteminizi mi yoksa anaerobik sisteminizi mi kullandığınızın bir göstergesidir. Yürüyüş, koşu, bisiklet, yüzme, dans vb iki yararı da verebilir. Düşük kalp atışları bu egzersizleri aerobik yapar yüksek kalp atışları ise anaerobik yapar. Genellik tenis, basketbol vb sporlar anaerobiktir. Oysa bütün egzersiz programlar aerobik temel oluşturmayla başlamayı gerektirir. Anaerobik yaşam bize: halsizlik, dalgınlık, bedbinlik, sıkıntı ve depresyonu beraberinde getirir. Çünkü vücuttaki şeker enerji sağlamak için yetmediğinde, kan şekerine yönelinir ve kan şekerinin üçte ikisi sinir sistemimiz kullanmak zorunda olduğuna göre bu açık baş ağrıları ve dalgınlık başlatır. Çünkü metabolizmaları şeker yakmak üzere eğitilmiştir yağ yakmaya değil. Hiç fark ettiniz mi neden spordan sonra şekerli bir şeyler yeme içme ihtiyacı hissediyorsunuz? Bu anaerobik egzersiz yaptığınızı gösterir. Vücudunuzu aerobik olarak eğitmek istiyorsanız 2-6 ay arasında aerobik egzersizler yapmalı kesinlikle anaerobik egzersiz yapmamalısınız. Eğer belinizdeki o inatçı yağ tabakasından kurtulmak istiyorsanız, vücudunuzu yağ yakmaya eğitmelisiniz, şeker yakmaya değil…

Bazı kimseler de diyet yaparlar ve hayatlarından yağı çıkarırlar, bu şekilde vücutlarını acil duruma sokarlar, o zaman vücut daha fazla yağ toplamayı öğrenir. Bunun üzerine bir de kendilerini aç bırakırlar. Sonunda eski yeme alışkanlıklarına döndüklerinde, eskiden yedikleri kadar bile yeseler, vücutları daha çok yağ toplamaya başlar çünkü mahrum bırakılmıştır. Kaybettiklerinden daha çok kiloyu hemen alırlar.

Egzersiz yaparken konuşabiliyorsanız aerobik, soluk soluğa yapıyorsanız anaerobiktir. Aerobik egzersize başlamadan önce 15 dk ısınma hareketi yapmalısınız. Aerobik egzersiz alanınızın içinde en az 20 dk, ideal olarak otuz ya da kırk beş dk. çalışmanız gerekmektedir. Soğumak için de on, on beş dakika ayırmalısınız.

Eğer bu işin zaman alacağını düşünüyorsanız zamanınızı iyi kullanmaya yönelik başka yöntemler düşünebilirsiniz.  Örneğin, ısınma süresinde cd dinleyebilir, okuyabilirsiniz.  Ya da edilmesi gereken telefonlarınızı edebilirsiniz. Ya da haberleri dinleyebilirsiniz.

Bir egzersizi on iki ay boyunca sürdürürseniz bir bağımlılık oluşurmuş. Hayat kalitemizi yükseltecek fiziksel canlılığa hepimizin ihtiyacı vardır.

“İnsan vücudu, insan ruhunun en güzel resmidir.”

Ludwig Wittgenstein

Sağlıklı beslenme, egzersiz alışkanlığı kazandırma ve kilo kontrolü bilinçaltının doğru programlanmasıyla sağlanabilir. Bilinçaltınız ana rahmine düştüğünüz anda kusursuz bir yazılımdı. Ta ki kötü yazılımlar (virüsler) bilinçaltınıza girip programını çökertene kadar. Eğer sağlıklı beslenmediğinizi, kilo almaya başladığınızı ya da fazla kilolarınız olduğunu düşünüyorsanız. Şuanda sistem yanlış çalışıyor. Tekrar programlamanın zamanı gelmedi mi?

Sağlıklı yaşam koçunuz olarak temennim; Sağlıklı ve ideal kilonuzda yaşamanızdır..

Sevgiyle kalın,

İnci AKTAŞ-Yaşam Koçu NLP Uzmanı

(0224)2434314

Online Eğitimlere kayıt için; www.plenahuman.com internet sitemizi ziyaret edebilirsiniz. Tüm online eğitimlerimize sitemizden ulaşabilirsiniz.

Başarıyı Sağlayan Tetikleyiciler – Yaşam Koçu İnci Aktaş

Ara 12, 2011   //   by inciaktas   //   Kişisel Gelişim  //  No Comments

Her zaman ne yapmak gerektiğini biliriz. Ama yapmayız. Hep rahatlık arayarak geri planda kaldığımızı asla fark etmeden, başarının getireceği belirsizlikten korkar ve rahat bölgede kalmayı tercih ederiz.

Oysa başarının tetikleyicileri vardı. Bunlara sahip olduğumuzda başarı kaçınılmazdır. Yapmak istediğiniz her ne olursa olsun, ulaşmak istediğiniz hedef ne olursa olsun, bu tetikleyicilere sahipsek, mutlaka başarılı oluruz.

Peki hedefinizle ilgili veya herhangi bir şey için sizde bu tetikleyiciler mevcut mu?

Tetikleyicilerden ilki belki de en önemlisi inançtır. Ne olduğumuz ve daha neler olabileceğimize dair inançlarımız, ne olacağımızı belirler. Çünkü Fatih Sultan Mehmet’in de dediği gibi, ‘Bir şeyi başarabilmek için önce başarabileceğimize yürekten inanmalıyız.’ Peki siz neye inanıyorsunuz?

İkinci önemli tetikleyici ise hırstır. Zarar verici ve takıntıya neden olmacak boyutta olmadıkça sizi direk hedefe yöneltir. Eğer hedefiniz konusunda hırslıysanız geceleri geç saatlere kadar uyumaz sabahları da erkenden uyanırsınız, ne dersiniz, hırslı mısınız?

Başarı yolunda üçüncü tetikleyici değerlerdir. Sizin için önemli olan şey ne? Eğer bu hedef veya hedefe ulaştığınızda elde edeceğiniz şey her ne ise sizin için değerli mi? Kazanınca ne olacak? Sizin için önemli olan şeylerle çelişiyor mu? Eğer o hedefe ulaşmak için uzun saatler çalışmanız gerekiyorsa ve siz çocuklarınızla daha fazla vakit geçirmek istiyorsanız, hedefiniz en önemli değerinizle çelişir ve başarı için isteksiz olursunuz.

Diğer bir tetikleyici ise stratejidir. Eğer başarmak için bir yolunuz yoksa muhtemelen başarısızlık için bir yolunuz olur. Oraya nasıl varacaksınız?

Tetikleyiciler arasında en çok ivme kazandıran ise enerjidir. Hedefe giden yolda yürüyecek misiniz? Koşacak mısınız? Bunu enerjiniz belirleyecektir.

Başarı yolunda diğer bir tetikleyici de insanlığa en azından çevredekilere yapılan katkıdır. Eğer başardığınızda bu sadece size yaramayacak, çevrenize de katkı sağlayacaksa kurduğunuz hayallerde sizi gülümsetir ve daha sıkı bağlanmanızı sağlar.

Ve son olarak da hedefe giden yolda insanlarla kurduğunuz ilişkilerdeki iletişimin mükemmelliği önemli bir tetikleyicidir. Siz doğru ve yararlı iletişim kurdukça tüm kapılar size açılacak, ihtiyacınız olan herkes size gelecek ve aldığınız destek ile hedefinize daha hızlı yürüyebileceksiniz.

Yaşam Koçunuz diyor ki; Eğer bir hedefiniz varsa ve işte bu tetikleyicilere sahipseniz yol ne kadar uzun olursa olsun oraya varacaksınız demektir. Başarının yakanızı bırakmaması dileğiyle…

Sevgiyle Kalın,

İnci AKTAŞ – Yaşam Koçu Nlp Uzmanı

(0224)2434314

Online Eğitimlere kayıt için; www.plenahuman.com internet sitemizi ziyaret edebilirsiniz. Tüm online eğitimlerimize sitemizden ulaşabilirsiniz.

Para Para Para…Yaşam Koçu İnci Aktaş

Ara 12, 2011   //   by inciaktas   //   Kişisel Gelişim  //  No Comments

Para, hayatlarımızın en duygu yüklü konusu değil mi? Birçok kişi paraya sahip olabilmek için her şeyi yapabilir. Hayatlarından vazgeçer, değerlerinden, ailelerinden… Sağlıklarından bile olurlar, buna rağmen çok paraya sahip olamazlar bile.

Bir çok kişi ise parayı korkulacak bir düşman olarak görür ve kaçınmaya çalışır. Bu da onların parasızlıklarına saklamaya yönelik kullandıkları bir numaradır. Para önemli değildir, çünkü zaten yoktur ki…

Kimisi için ise tapılacak bir Tanrıdır para. Güçtür, tek sahip olunması gereken şeydir. Onlara göre; para için her şey mubahtır.

Peki nedir para? Ya da para kazanma? En hayati kaynak mı, esrarengiz bir şey mi, kıskançlık kaynağı mı, rüyaları gerçek yapan şey mi, şeytan mı, özgürlük mü, zevk ve sefa mı, güç mü? Para nedir?

Hepimiz biliyoruz ki para yalnızca bir ödeme aracıdır. Ama önemli bir araç…

Bir çok insan çok paraya sahip olduklarında tüm sıkıntılarının biteceklerini sanır. Oysa çok paraya sahip olmakla ekonomik özgürlüğe kavuşmak arasında fark vardır. Ekonomik özgürlüğe kavuşmak size büyüme, paylaşma, kendiniz ve başkaları için değerler yaratma olanağı verecektir.

Peki neden olmuyor dersiniz? Bazı insanlar günde on altı saat çalışırken hep yoksulken, neden bazıları çok az çalışarak zengin olabiliyor? Para kazanabiliyor.

Bugüne kadar inançların yaratma ve yıkma gücünden sık sık bahsettim. Ekonomik özgürlüğe kavuşmanın yollarına bakarken önce inançlarımızı incelemeye ne dersiniz? Çünkü paraya sahip olma yolundaki en büyük engel genellikle inançlarımızdır. Lütfen aşağıdaki testi yapın. Aşağıdaki inançlardan inandıklarınızı işaretleyin.

-Çok mal, haramsız olmaz.

-Para ancak çok çalışarak kazanılır.

-Para kötüdür.

-Çok param olursa insanlar beni sömürür. Böyle iyi.

-Çok para bizi bozar.

-Allah bizim tırmalamamızı istiyor…

Bitti mi? Üzgünüm ama bir tanesini bile işaretlediyseniz yaşam koçunuza bugüne kadar zengin zengin olamayışınızı açıkladınız.

Beyin ancak net olan komutlara yanıt verir ve biz genelde karmaşık sinyaller yollarız. Para bize özgürlük getirir deriz ama bir yandan ise çok para için çok çalışmak gerektiğine ve özgürlüğümüzün kısıtlanacağına inanırız. Bu muğlak ifadeler muğlak sonuçlara neden olur.

Öyleyse ilk yapacağımız şey bugüne kadar paraya sahip olamayışımızın nedenini bu sınırlayıcı inançlara bağlayıp bunlardan kurtulmaya karar vermektir. Bu inançlar yerine olumlu inançlar koyalım. Biliyorum ilk başta bu yerleşmiş inançları kaldırmak hatta yerinden oynatmak bile size zor gelebilir. Bu inançlar zamanında elbette size bir yarar sağlamıştır ancak görünen o ki şuanda sizi sınırlamaktan başka hiçbir işe yaramıyor. Ve siz bu yazıyı okuyorsanız parasal kaderinizi elinize almaya karar vermişsiniz demektir. Olumlu inançlara bir göz atalım:

-Dürüstlükle çok para kazanılabilir.

-Para bir araçtır.

-Para özgürlüktür.

-Para bolca ve kolayca gelir.

-Katma değer yarattığım sürece gelirimi sürekli artırabilirim.

-Çok para daha çok yardım etmeme olanak verir.

-Para parayı çeker.

Tanrı tırmalamanızı falan istemiyor. Değer yaratmanızı istiyor, insanların hayatlarında fark yaratmanızı…Bu olumlu inançları diğerlerinin yerine koyun ve artık karşı çıkan bir yanınız kalmayana kadar her gün belli sürelerde tekrarlayın.

Ve artık inançlarımızı değiştirdiysek diğer adımlarımızı da atmaya başlayabiliriz. Bunlardan ilki, değerli ve farklı olmaktır. Her ne iş yapıyor olursanız olun değerli ve farklı olun. Her işte önemli olan sunduğunuz ürün veya hizmetin insanların hayat kalitesini yükseltebilmesidir. Bir çok insan zam ister ancak çalıştıkları kurumda yarattıkları değerin artıp atmadığına bakmazlar. Eğer zam istiyorsanız, istediğiniz oranın üzerinde değer yarattığınızı kanıtlayın.

İkinci adım ise kazandığınız parayı korumaktır. Kazandığınızdan az harcayın, aradaki farkı görmeyin bile. Belirli bir yüzdesini bir yatırım hesabına yönlendirebilirsiniz. Bireysel emeklilik gibi…

Üçüncü adım, servetinizi arttırın. Yatırımlarınızın karını kullanmayarak anaparanın üzerine eklenmesini ve böylece bileşik olarak artmasını sağlayın.

Dördüncü adım ise servetinizin tadını çıkarmaktır. Niye yarattınız bu serveti? Banka hesabında durması için mi? Sık sık kendinizi ödüllendirin. Çok paranın, paylaşmadıktan sonra ne tadı olabilir ki… En önemlisi verici olun. Yardım ve sadaka olarak verdiğiniz paralar emin olun ki size misli misli geri dönecektir. Ne kadar verirseniz o kadar alırsınız. Paranız olmasa bile yardım edin. Paranız olmasa bile yardımda bulunmak, evrene ve beyninize gereğinden fazla paraya sahip olduğunuz mesajını verir. Ve evren bunu kanıtlamak için elinden gelen her şeyi yapar. Paranız çoğalmaya devam eder, nereden geldiğini anlamazsınız bile.

Ve son olarak, hep söylediğim gibi, bir şeye sahip olmak istiyorsanız ona sahipmişsiniz gibi davranmalısınız. Neye en çok odaklanıyorsak onu kendimize çekiyoruz. Paranız varmış gibi davranın, yokluktan söz etmeyin yok olur. Para ile ilgili olarak en sevdiğim deyim: ‘Para parayı çeker.’dir. Hiç dikkat ettiniz mi? Çoğu zaman şans oyunlarından ya da çekilişlerden büyük ödüller zenginlere çıkar. Neden mi? Onlara paraya alışkındır ve kendilerini paraya layık görürler. Bazen ise parasal yoksunluk çeken insanlara çıktığını ve paranın kısa sürede tükendiğini nereye gittiğinin farkında bile olunmadığını duyarız. Bunun nedeni ise, söz konusu kişilerin parayı karşılamaya hazır olmadıklarındandır.

Evren size her istediğiniz verir. Yeter ki siz onu karşılamaya hazır olun.

Sevgiyle kalın…

İnci AKTAŞ – Yaşam Koçu, NLP Uzmanı

(0224)2434314

Online Eğitimlere kayıt için; www.plenahuman.com internet sitemizi ziyaret edebilirsiniz. Tüm online eğitimlerimize sitemizden ulaşabilirsiniz.

Sayfalar:«123456»

Ara

Kategoriler